18 Kasım 2011 Cuma

Özkan Sarı'nın Yazısı...

Antigone New York'ta - Janusz Glowacki - İstanbul DT


Antigone New York’ta oyununun bir diğer adı da "Anita'nın aşkı". Oyunun yazarı Lehistanlı göçmen Amerikalı yazar Janusz Glowacki. Oyun, New York şehrinde yaşayan göçebe ve evsiz insanların hayatını konu alıyor.

Oyunun İstanbul Devlet Tiyatrolarındaki Prömiyeri 3 Kasım 2011'de Üsküdar Stüdyo Sahnesi'nde yapıldı. Ben de orada bulunan ve oyunu en ön sıradan izleyen şanslı kişiler arasındaydım.

Oyuncular genel olarak iyiydiler. Sazsa rolündeki Mehmet Ali Kaptanlar ve Pire rolündeki Şamil Kafkas gerçekten çok başarılı bir performans ortaya koydular. Anita rolündeki Özden Çiftçi de oldukça başarılıydı. Aralarda monologlarıyla oyuna renk katan polis rolündeki Ali Düşenkalkar ise ilginç bir karakter sergiledi. Daha çok doğaçlama oynuyor gibiydi. Bazen seyircilere laf attı ; bazı yerlerde takıldığı ve cümleleri gereksiz tekrarladığı ve konu dışına çıktığı da oldu.

Oyunu oldukça beğendim. Evsizlerin durumunu çok iyi yansıtan, onlara daha yakından bakmamızı, onları anlamamızı sağlayan bir oyundu.

Oyunculuk : 8/10
Konu : 6/10
Dekor : 5/10
Işık-Ses : 8/10
GENEL : 7/10




İzlediğim Tarih: 3 Kasım 2011 20:00
İzlediğim Yer: Üsküdar Stüdyo Sahnesi
Süre: 2 Saat, 2 Perde
Tür: Dram


YAZAR : Janusz Glowacki
REJİSÖR : FAİK ERTENER
DEKOR : SUAR ŞEYLAN
KOSTÜM : MEDİNE YAVUZ
IŞIK : AYHAN GÜLDAĞLARI
ÇEVİREN : TUĞRUL ÇETİNER
REJİ YARDIMCISI : ÖZDEN ÇİFTÇİ
REJİ ASİSTANI : ÖZLEM ÇAKAR

Başlangıç:2011
Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu

Oyuncular:
Sazsa : Mehmet Ali Kaptanlar
Anita : Özdan Çiftçi
Polis : Ali Düşenkalkar
Pire : M. Şamil Kafkas
John (Cesed) : Adnan Kürkçü

Konu:
New York'un ünlü parklarından birinde dünyanın birçok yerinden Amerika'ya göç etmiş insanların bazıları hayatlarını sürdürmeye çalışırlar. Evsizlerin sokaklarda yaşama kuralları, normal evi olan insanlarınkinden çok farklıdır ama sokaktakiler arasında da aynı önyargılar paylaşılmaya devam eder. Bu ortamda dostluk, aşk, sadakat ve arkadaşlık başka tanımlara girer ve sınanır. İşte kaybolan bir cesedin peşinden bir maceraya atılan evsizlerin öyküsü, hem toplumsal düzeni, hem de "normal ve doğru" olanı tekrar sorguladığımız bir kara komediye dönüşür.

Sofokles’in Antigone’si, Kral Kreon’un buyruklarına karşı direnen soylu bir kadındı. New York’lu Antigone ise Puerto Rica’lı, hayatını Manhattan’daki Central Park’ta geçiren, geceleri park kanepelerinde uyuyan ‘bir tahtası eksik’ göçmen kız Anita’dır. Ölünün saygınlığını korumak, her iki Antigone’nin de kaygısı. Sofokles’in Antigone’si, Kreon tarafından hain ilan edilen kardeşinin cenazesini kaldırmak için direniyor.Ailesinin değerlerini, Kral’ın kanunlarının ve buyruklarına önceliyor. New York’lu Antigone’nin ise bir ailesi yok. Bu Antigone, kimsesiz, yarım akıllı bir kız ama tıpkı Sofokles’in kahramanı misali, hayatının uğruna mücadele etmeyi gerektiren yüce bir anlamı olması gerektiğine inanmakta direniyor. Parkı evi biliyor ya, iki Doğu Avrupalı göçmen arkadaşıyla, bir iki gün içinde kimsesizler mezarlığına gömülecek olan platonik aşkla bağlı olduğu gencin cesedini bulunduğu hapishaneye ait bir mekandan çalarak parka getirmeye ve bir ağacın altına defnetmeye karar veriyor. Onun için sadece iki kişinin katıldığı bir cenaze töreni bile hazırlıyor. [1]

[1] : http://www.dunyabulteni.net/?aType=haberYazdir&ArticleID=16180&tip=yazar


---------------------------------------
http://tiyatroist.blogspot.com/2011/11/antigone-new-yorkta-janusz-glowacki.html

12 Kasım 2011 Cumartesi

Central Park'ı mesken tutan Antigone (Cihan Aktaş)


I-Hafta içinde bile kalabalık park. Paytonla güneydoğu tarafında bir tur attıktan sonra metro kapısına yakın bir yerde bilgisayarımı açabileceğim bir ağaç altı aradım. Sağ tarafımda küçük göl, çim sahada gezinen kuğular; ana yürüyüş yolu sol tarafımda kalıyor. Çinli aileler geçiyor, kalabalıklar halinde. Birileri organik malzemelerle hazırlanmış yemekler satan büfeden alınma cam kâselerle yerleşiyor kanepelere. Elinde fotoğraf makinesi bulunmayan insan yok sanırsınız. New York’un pek çok köşesi gibi Central Park da doğal bir film platosu.

Geniş ev, geniş bahçe, geniş araba düşleyen Amerikalı, daralmaya, hızlanmaya, yetinmeye zorlayan New York’u sevmiyor. New York yine de sivrilmek isteyen kariyerist gençlerin, tez canlı sanatçıların geçiş alanı. Herhangi bir şehirde göze batan, burada kaybolma hissinin sıradanlığına alışacak. Tesettürlü kadınlar ne yadırganıyor ne de bakışların yargılamasından söz edilebilir. Herkes daha ziyade kendi telaşına gömülmüş. Her semtte bir değil, Brooklyn’de olduğu gibi bazen birkaç cami var. Sabah saatlerinde Harlem’deydim, şehirde elinde seccadesiyle dolaşan Hatice Yılmaz’la. Önce Malcolm X’in konuşmalar yaptığı camiye gittik, kapalıydı, bekçi bir konuşma için randevu almamız gerektiğini söyledi. Regaip Kandili nedeniyle açık olabilir, diye düşünüyordum caminin. Regaip Kandili olgusundan habersiz görünüyordu bekçi. Biz de taksiye atlayarak 116. Caddeye geçtik, Malcolm X Kültür Merkezi’ni ziyaret için. Onu Harlem izlenimlerimle birlikte ayrıca yazacağım.

Kültür Merkezi’nden Central Park’a gelmek üzere bindiğimiz taksinin şöförü Maik Ürdünlü’ydü. 35 yıldır ABD’de yaşıyormuş. Daha sonra parkın önünde beni faytona değil de üç tekerlekli (pedicap) arabalara binerek bütün parkı dolaşmaya iknaya çalışacak adam da Tacikistanlı Ümit.

Hatice ile vedalaştık park kapısında; onun başka işleri var. Günün sıcak saatleri. Kendime yazı yazmak için gölgelik, biraz da tenha bir köşe buldum, göle bakıyor. Günün bu saatinde tenha alan bulmak neredeyse imkansız parkta. Gezinen, çimlere uzanan, fotoğraf çeken ve çektirten insan kalabalığı bir bakıma parkın içinde bulunduğu Trump’un, Rockefeller’in Manhattan’ının kazanmak için zamanla yarışan insanının gerginliğini dengelemeye çalışıyor.

Neon ışıkları şehir düşkünlerini görünmez kılmaya çalışan plastik masallar yayıyor gece gündüz, Manhattan caddelerinde. Gün ortası kalabalığı geri çekildiğinde park evsizlere kalacak.

II- Central Park, “Antigone New York’ta” oyununun mekanı.

Birkaç yıl önce Tahran’da, Mevlevi Tiyatro Merkezi’nde izlemiştim, Huma Rusta’nın yönettiği bu oyunu. Rusta, İran sinemasının Sovyetler Birliği döneminde Moskova’da sinema eğitimi almış tecrübeli karakter oyuncusu. Sinemanın yanı sıra tiyatroyla da ilgili. Son olarak yönettiği oyundu, Lehistanlı göçmen yazar Janusz Glowacki’ye ait Antigone New York’ta isimli eseri.

Gerek sahne düzenlemesi, gerek ışık ve ses düzeni açısından oyun, New York sokaklarını, parklarını, bu sokaklarda ve parklarda yaşayan evsiz barksız insanları, göçmenleri seyirciye hissettirme konusunda bir hayli başarılıydı. Rus göçmenin bozuk teybinden zaman zaman Frank Sinatra’nın “Stranger in the night”ı duyuluyordu.

Antigone New York’ta, New York şehrinde yaşayan göçebe ve evsiz insanların hayatını konu alıyor. Sofokles’in Antigone’si, Kral Kreon’un buyruklarına karşı direnen soylu bir kadındı. New York’lu Antigone ise Puerto Rica’lı, hayatını Manhattan’daki Central Park’ta geçiren, geceleri park kanepelerinde uyuyan ‘bir tahtası eksik’ göçmen kız Anita’dır.

Ölünün saygınlığını korumak, her iki Antigone’nin de kaygısı. Sofokles’in Antigone’si, Kreon tarafından hain ilan edilen kardeşinin cenazesini kaldırmak için direniyor. Ailesinin değerlerini, Kral’ın kanunlarının ve buyruklarına önceliyor. New York’lu Antigone’nin ise bir ailesi yok. Bu Antigone, kimsesiz, yarım akıllı bir kız ama tıpkı Sofokles’in kahramanı misali, hayatının uğruna mücadele etmeyi gerektiren yüce bir anlamı olması gerektiğine inanmakta direniyor. Parkı evi biliyor ya, iki Doğu Avrupalı göçmen arkadaşıyla, bir iki gün içinde kimsesizler mezarlığına gömülecek olan platonik aşkla bağlı olduğu gencin cesedini bulunduğu hapishaneye ait bir mekandan çalarak parka getirmeye ve bir ağacın altına defnetmeye karar veriyor. Onun için sadece iki kişinin katıldığı bir cenaze töreni bile hazırlıyor.

III-Her şey bir parkta bu saatlerde görünmesi gerektiği gibi, gökyüzü binalarla kaplı değil, gençler bisikletle geçiyorlar, Çinli müzisyen keman çalmayı sürdürüyor, sincaplar kayıyorlar orada burada, ileride, yeşil sahada el topu oynuyor gençler, bir adam bir dolara gülme garantisini bildiren bir pankartla geçiyor. Sahneler o kadar apaçık değil aslında, karanlıkta kalan gecenin kahramanları, evsizler. Kozmopolit şehrin kalbi, göçmene bir çatı altı sunacak kadar geniş değil. Parkın içlerine doğru ilerledikçe evsizlerin yerleşme çabalarına da daha fazla tanık oluyorsunuz.

Gözlerim Porto Rica’lı Anita’yı arıyor.

Parkın gündüz saatlerinde görünmez kılmalı o kendini, yine de neşeli ve meraklı turist kalabalığının üzerine düşüyor gölgesi zaman zaman. Parkın gediklileri kendi kendine bir şeyler mırıldanarak, garip nesnelerle dolu poşetiyle geçen kadının etrafını huzursuz kılan delici bakışlarına aşina olmalılar. Iphone’larıyla şehri tarıyan öğrenci kızlar bir metro durağında ona rastlamışlardır günün en kalabalık saatlerinde ya, kimdir, niye insanlarla kavga eder gibi konuşuyor, neyi arıyor da ulaşamıyor, diye merak ettiler mi… Cıvıl cıvıl Çinliler, aristokratik havalı sarili Hintliler, özdenetimli ifadelerini koruyan Almanlar, rengarenk giyimli Afro-Amerikalılar, tesettürlü Arap ve Türk kadınları parkın, hatta koca şehrin negatifinin en çarpıcı işaretlerini görmemeyi yeğliyor olabilirler. Saf bir neşeye kolay ulaşılmıyor, aksi takdirde birileri insanlara gülme garantisi veren pankartlarla dolaşmazlardı.

Orada burada kendi kendine konuşan kadın parkın derinliklerinde bir beliriyor, bir kayboluyor. Bakışları bir matkap gibi deliyor park toplumunu. İnsanlar da hava kararmaya yüz tutarken onunla yüzleşmek istemiyorlarmış gibi, ayrılıyorlar parktan.

Ben de bir yüzleşmeye hazır mıyım sanki! Aklımdan geldiğim ülkelerdeki sokaklarda geceleyen kadınlar, bir belirsizliğin sefaletine terkedilen göçmenler geçerken bilgisayarımı kapattım, çıkmaya hazırlandım.

Günümüzde, tıpkı Sofokles’in Antigone’si gibi aile (ve dininin) değerleriyle devletin veya Kral’ın temsil ettiği yasanın buyruklarının arasında sıkışıp kalmış bütün kadınlarda –bütün insanlarda- az çok bir Antigone yarası, huzursuzluğu mevcut olmalıdır gibi geliyor bana.

Cihan Aktaş

11 Kasım 2011 Cuma

Faik Ertener


1952 yılında van da doğdu.1976 yılında Ank.Devlet konservatuarını bitirdikten sonra reji eğitimi için Darmstad a gitti.1980 sezonunda İst Dev.Tiyatrosuna giren Faik Ertener ;halen yönetmen olarak görev yapmaktadır.

F.Ertener devlet Tiyatrolarının faaliyet gösterdiği degişik sehirlerde ve istanbulda 30 a yakın oyun yönetti.yurtdısında çesitli Tiyatrolarda seminer vererek oyunlar yönetti.Rusca ya çevrilen oyunu 'siz ne dersiniz'i Omsk tiyatrosunda sahneledi ve yılın oyunu ödülünü aldı.

2000 yılında istanbul devlet tiyatrosu sanat yönetmeni olarak görev yaptı.

2005 - 2007 Dev.Tiyatroları Başrejisörü görevine getirildi.

2001-2002 yılında Avni Dilligil Tiyatro ödülleri jürisinde yer aldı.

2007- 2008 yılları arasında avrupanın cesitli kentlerinde workshop çalışmaları yönetti .,

1983 yılında MEB LİSELERARASI TİYATRO yarısmalarının kurucu üyeliği ve başkanlıgını yaptı.

1985-1990 yıllarında İstek vakfı Kültür ve sanat danısman lığını yürüttü.

1983-1992 Yapı Kredi Bankası Kültür ve Sanat danısmanlıgı.Ve festival koordinatörlüğü yaptı

Aynı zaman da Tiyatro eğitimi konusunda 'Yaratıcı Drama ' çalışmaları yapan Ertener,universitelerde seminerler vermektedir..

Yazdığı oyunlar dan bazıları :

Siz ne dersiniz

Mevlana

Che (Bir Devrim Hikayesi)

Canlanan masallar

Sahil sitesi

Yönettiği oyunlardan bazıları:

İstanbul DT:

Küçük Prens

Canlı Yayın

Odysinbad

kırmızı papuclar

Küçük Nasrettin.

Düdükçülerle Fırçacıların savaşı

Adana:

Sahipsiz Kayık

Antalya DT.:

Evet evet evet

VAN DT.:

Yeşil Papağan lmt.

Keşanlı ali Destanı

Ankara

Kesanlı Ali Destanı

Konya Dt ve Eskişehir şehir tiyatrosu :

Siz Ne dersiniz


Nurnberg : Mevlana

Mehmet Ali Kaptanlar

tanıtım bilgileri yayınlanacaktır...

Herkesin Bir Hikayesi Var

TEK YÖNE BİR BİLET

Herkesin bir hikayesi var:yasanmıs yasanmamıs. Dogru olup olmadıgını asla bilemeyecegimiz yasam hıkayeleri. Bazen kendileride kapılıp giderler anlattıklarına..Gercek nerdedir? yasanmıs hangisidir? bilinmez…Inanmak istedikleri nin kabullenilmesidir onları yasama baglayan..Ya gercekle yüzlesmek? Ya unutmak isteyipte belleklerinin bir kösesine gömdükleri? ?

Çercevelerine koyacak bir fotografı bile olmaması, Yok sayılması demekktir insanın.

Belki bu nedenledir Baska hayatlara, baska fotograflara sahiplenerek varolmaya çalısmaları..

Bulundukları yer onları reddetmesede daha iyi bir yasam, hayallere yolculuk ugrunadır uzaklara kacmaları

İnsanlar neden hep ‘baska yerler’ararlar.umuda kosup mutsuz olurlar..

Hele evlerinden cok cok uzaklarsa ,özlemleri evlerine dönmek olupta asla dönememek ne demektir

Utanc’mıdır,çaresizlikmidir isteyipte dönememek?

Evinden uzak evsizler

Oyun Newyork’ta geciyor,ama fark eden birsey yok. Yabancı olmak her yerde aynıdır.Kabulenilmemiş olmanın getirdiği, sıgınma ve dayanısma içgüdüsüdür onları bir arada tutan....

Oyuna ismini veren Anita,belki Antigone gibi asil bir soydan degil.Belki yeterince zeki ve saglıklı da degil. Ama yinede Otoriteye kendince baskaldırabiliyor.Ona göre .insanların ölüsüne bile saygı gösterilmeli,ruhlarını huzura kavusturulmalı…Bu sayede kendi ruhları da huzur içinde olacak .Ölü kim olursa olsun …

Oyun un yazarıda Polonyalı bir göçmen. Ama oyun kahramanları kadar şanssız degil..Belli ki kaybolan yasamları yakından görmüş..

Tahran dan Newyork’a kadar ,dünyanın değişik yerlerinde sahnelenme nedeni ,konunun ‘ortak sorun’olmasıdır belki

Yazarken oyundan ipucları vermek istemedim..İstedim ki karakterleri ,hikayeleri siz degerlendirin.Doğru olan nedir, neye inanmak gerekir siz karar verin..Gerçekten dünya yuvarlakmı?,hep bir yerlere gittiğimizi zannederken yine aynı yeremi varıyoruz....

Herneyse :,yolunuz parklardan geçerse,veya bir saçağın altında kıvrılmış yatan birini görürseniz bilin ki onunda bir hikayesi var…Siz onu farketmesenizde o sizi farkeder…

İyi seyirler..

Ali Düşenkalkar

tanıtım bilgileri yayınlanacaktır...